Aşk okumalarımın ilki an itibariyle bitmiş,beni de bitirmiş bulunmaktadır...Hala acaba bunları okumak için doğru zaman mı diye düşünsem de daha fazla geç kalmadığım için sevinmekteyim.Nasıl bir ikilemse bu...
Bir çırpıda soluksuz okudum kitabı.Daha öncesinde Şems ve Mevlana'yla ilgili çok bir şey bilmiyordum.Hatta kitabın bitmesiyle hiçbir şey bilmediğimi anlamış bulundum.
Kitabı okumayıp da okumayı düşünenler bence altta yazacağım kitapta beni en çok etkileyen Mevlana'nın Şems'in gidişinin ardından yazdığı mektupları ve Şems'in de ona verdiği cevabı okumamalı,kitapta akış sırasında karşılaşmalılar.Bu benim tavsiyem tabi..
Mektupları ben yazmadım buradan alıntıladım...Teşekkür ederim kendilerine.
1. MEKTUP
Seni ne huzuru arayanlara, ne huzuru bulanlara, ne de huzurdan kaçanlara sordum. Güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? Sıcaktan düşüp bayılan mı? Hayır, onun aşkı zayıftır. Güneşe yolculuk yapan mı? O da değil, gitse gitse nereye kadar gidebilir ki? Gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı…
Aşk mabedim… Efendim… Söyler misin? Nedir bu çektiğim acıların manası? Bu ayrılığın esrarengizliği yüreğime saldığın alevlerin lavlaşması içinse yeterince erimedim mi ateş toplarında? Öyle yandım ki;
Sen yandıkça, ben yanayım!
Sen dondukça, ben de donayım!
Yine kehkeşânlara kaçarak mı özleteceksin kendini… özlemlerim, boşluğa atılan kuru karanfiller gibi sere serpe dağılıyor harayellerin, acının koynunda… İçime güneş doğmaz oldu artık sen gittin gideli… Göklere seninle buruç edecektim hâlbuki… Saçlarıma aklar düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden… serencame gökkubbeye niyaz edecek ve merhamet isteyecek kapılar dahi yüzüme kapanıyor. Sendedir bu boz bulanık sellere kapılan ömrümün mihrap ve minberi… Salâlar benim için okunuyor artık… Gözyaşım seccademde buğulanıyor her seher vakti, ama ne sesin geliyor artık uzaklardan, ne de nefesin…Ezanlar okunur günbegün ve içli içli… Ama alnımı, alnına değdirmedikçe huzura ermeyecek bir çağıldama örseliyor şakaklarımı… alnımda sanki Dağıstanlı atlılar… Ve ellerim titriyor zaman zaman… Bu divaneliğin ağır tütsüsünü… Ve omuzlarım çökeliyor seni düşündükçe… Unutma, şah eserin olan ben, gün geçtikçe artık viraneye dönüyorum… Ama sen hâlâ bana dönmüyorsun!.. Muradım; Rabbü’l Âlemin; bu sevdanın kadrini ve kıymetini kimseye muhtaç etmesin…
Düşüncelerim, ipliği kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz… Şimdi gözyaşlarımdan inci yapmak isterdim sana… Keşke yanımda olsaydın… Kelimelerim şelâleleşiyor ne zaman sana dair bir şeyler yazmaya kalksam… Yanan alnım, müşfik avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin… Beni ne kadar ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez, bunu bilesin… Zümrüd-ü Anka gibi kendi külümden doğar ve katar katar Turnalar gibi yine kanat vurarak yine revan olurum yollarına…
Gözlerimde bir mahmurluk, sensiz uykularımda arda kalan… Sinemde yumru yumru yutkunamadığım bir sıkıntı… Nefeslerim yetmez oluyor artık şu garip canıma… Ve ben gözlerimi tavana mıhlamış, bir tek seni düşünüyorum… Alnımda boncuk boncuk soğuk terler… Kulağım işitmez oldu artık, sesinden gayri her ne var ise şu âlemde… Göz kapaklarım tutulmuş, hayalin perdelenmesin diye… Artık gözyaşlarımda hasretlik tuzu bile kalmadı acılarımı ılık ılık dindirecek…
Kanım donuyor… Bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız… Sıcağın yok ki yanımda… Ve ardından sabah oluyor, yine bin bir eza ve cefa ile kahroluyorum işte! O ayrılıktan kahroluyorum… Biliyorsun, hünkârım sensin… Sevgilim ve mabedim… (sensin). Muradım; yedi göğün mevlâsı; bizi, bu kahırdan azat edesin…
Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. Şu dar göğsümün kazasından çıkmaya çalışıyorum. Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı. Bir kelâm söyle ne olur! Her hecenin tınısında duymak istiyorum. Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüğün yollara toz olayım. Çöldeyim, susuzum. Kuyularda Yusuf’um. Sözlerin bana Züleyhâ. Ateşlerde İbrahim’im. Gözlerin ban derya. Sancılar içinde Meryem’im. Bakışın ban İsa. Yaralar içinde Eyyub’um. Hasretin bana şifa. Ölüler içinde bir ölüyüm. Ellerin bana musalla.
Ey kalbimizde olan nur! Gel didinmelerimin ve arzumun sonu gel. Hayatımızın senin elinde olduğunu biliyorsun. Hayatı, kullarını sıkıntı yapma gel. Ey aşk! Ey maşuk! Engelleri aş ve inadı bırak da gel. Ey Hüdhüdlerin sahibi olan Süleyman! Lütfedip de bizi aramak üzere gel.
Ruhlar senin kaybolmandan ötürü inleyip feryat etmedeler; miadını doldur da gel. Ayıplarını ört, iyilikleri saç. Cömert olanların âdeti de böyledir gel. Farsça ‘gel’ nasıl derler? ‘Biya’mı? Ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. Geleceğin zaman muradımız ne de açılır. Gelmeyeceğin zaman da muradımız ne kesat olur; gel. Ey Arabın Kürşadı! Ey İran’ın Kubad’ı! Kalbimi hatıranla fethedersin gel. İçim sana gel deyicidir. Ey varlığından olacak olan varlık, gel.
Gittin ya. Kalsan ne güzel olurdu, gitmişin neye yarar? Sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende. Sessizlik bende. Gittin. Heyhat! Pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde.
Her yalnız aşık değildir; ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel. Dinsin artık kıyametin gürültüsü…
(Aşkın Gözyaşları - 1 s.130-131-132-133)
2. MEKTUP
Ey dünyanın zarifi! Selam senin üzerine olsun. Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Kulun derdinin dermanı nedir, söyle. Bu, eğer alırsam senin dudaklarından aldığım öpücüktür. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Madem ki sözsüz hitap oluşmuyor, o halde dünya niçin “buyur”la doldu?
Ah ah! Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Gecelerin hâkimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, Güneş’im. Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna, ya da iki satır yaz bize… Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin. Sen de yoksan ben bir hiçim bilmez misin? Kavline mestân olan Mevlâna’ya ayrılığı hediye etme. Etme Şems.
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme!
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme!
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme!
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme!
Ey ay, felek harab olmuş, alt üst olmuş senin için Bizi öyle harab, öyle alt üst ediyorsun, etme!
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme!
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme!
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!
Ey cennetin, cehennemin elinde olduğu kişi Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme!
Şekerliğinin içinde zehir, zarar vermez bize O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme!
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle Huzurumu bozuyorsun, sen mavediyorsun, etme!
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme!
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!
Senden önce kitaplarda arıyordum derinliği. Kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Karanlıklardayım ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor: bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı… karanlıklardayım… Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim ve uzaklardasınız.
Ey Şems, sen kalbî bir gözyaşı kadar temiz ve bir çocuk bakışı kadar aydınlık bir insansın. Çöldeki çakallar su içmiş. Kaynağa ne?
Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum. Hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk.
Sensiz her geceyi hummalı yaşadım. Belki humma daha güzeldi. Ne beklisi? Ama uzviyet ne kadar dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz. Cennete Araf’tan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım…
Ey Şems’im! Senin hasretin yanında Selahaddin Zerubumun gözyaşları, içimdeki ateşi bir nebze dahi söndüremiyor. İlla sen. Ancak sen. Ah bir gelsen…
Meccanen bir deli gibi yollara düşsem, yalvarsam, ağlasam, çatlasam göklerin sidresine namzet. Sanemler devşirsem şahikalardan, sırf senin için uçurumlar yutsam, fasıl fasıl anlatsam yürek sancımı ve ağlasam. Çatlarcasına ağlasam. Gururum halvethane olmuş desem, hece yok desem. Yollarında üryan olan gözlerimde çiseler umut umut dökülüyor desem. Yine de gelmez misin Şems’im!
Bu sergüzeştin neresindeyim, bilemiyorum. Kah kalkıyor, kah düşüyorum. Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum. Bilmiyorum acep var mıdır bu kör uykunun dibi.
Ey Şems, hangi söz gücendirdi nazende gönlünü. Hangi kem göz incitti gece karası bakışlarını da ansızın çekip gittin bilinmez diyarlara. Sen gittin ya bilmez misin bu dostun deli divane dolaşmakta. Gel ey Şems. Sina’da bayılan Musa aşkına, Kudüs’te kan ağlayan İsa hatrına, Medine’de “ümmetim ümmetim” diye feryat eden Muhammed Muhtar nuru çin gel Şems. Konya artık aşk kokmuyor Şems.
“Senin Mevlâna’n”
(Aşkın Gözyaşları - 1 s.133-134-135-136)
3. MEKTUP
Güller Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim. Ayrılığı ağlatamayan gecenin karanlığını neyleyeyim… Şemssiz sofranın balını böreğini neyleyeyim. Beni kavurmayan acıyı neyleyeyim… Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim. Karanlığıma Şems olamayan yâri neyleyeyim, canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim. Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü neyleyeyim. Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin âlemde. Zerrede âlemi, âlemde aşkı yaşamayan Âdem’i neyleyim.
Sensizliğe alışmak… Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.
Kırk senedir beklediğimdin. Geç bulduğumdun. Şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum. Gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın havlusuna bakırdan koskoca bir taş koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın hâlâ?
Sözlerin kulaklarında hâlâ taze. Kelimeler yıldız yıldız. Cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne. Vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.
Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel.
Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.
Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar?
Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki cennette ebedîyim, hurilerle eşim, devlet yâr olmuş bana, ne çıkar bunlardan?
Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?
Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?
Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?
Aşk suskunluğumdu benim! Aşk yangınımdı benim! Aşk vurgunumdu benim! Aşk yazımdı benim! Aşk yasağımdı benim! Aşk itirafımdı benim! Aşk heyecanımdı benim! Tek varlığım ve tek yokluğum… Yaram ve merhemim… Kazanmadığım; ama hep kaybettiğim. Evet, buydu aşk! Özledim, ey Şems özledim. Çık gel Allah aşkına!
Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini… Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim…
(Aşkın Gözyaşları - 1 s.136-137-138)
ŞEMS'İN MAVLANA'YA CEVABI
Aşk ehli isen sitemin cahili olma. Özledim diyorsun mektubundan. Sadece kuru bir özledim mi yazdı yanık yüreğin. Anla Mevlâna. Bu ayrılık bir dersti anlayana. Bu gam sebepti ağlamana. Nâdan olma gelir bir aşiyan göz yaşını kurulamaya. Ağlama Mevlâna’m.
Karşılıksız sevgiyi yaşamak gerekiyormuş. Birini sevmenin, delice bir aşkla bağlanmanın güzelliğini yaşamanın hazan mevsimine gelmek olduğunu bilmiyordum. Meğer hayatta ne çok şey kaçırmışım… Ya ben erken geldim, ya sen çok geç kaldın vuslata…
Benden çılgın bir gülüş bekleme. Acılarımla mutluyum. Mutluluk çatık kaşlıdır ve ciddidir. İkimizde fırtınaya yakalanmışız aşk nereye savurur, bilinmez. Ayrılığımız kâh asırlar kadar uzun, kâh rüya kadar kısa. Asrı, vuslata çevirmek senin yazacağın bir kelimeye bağlı.
Bana öyle bir kelime yaz ki dayanamayıp, Şam’dan uçup kanatlanayım Konya’ya. Beni perişan et, pervane et, bir kelime yaz… Öyle bir kelime ki lügatlerde geçmemiş olsun. Öyle bir kelime ki daha önce kimse kimseye söylememiş olsun. Öyle bir kelime ki cehennemi söndürsün… Yaz ki gelsin ayağına kapanan turabın olsun Şems.
(Aşkın Gözyaşları - 1 s.138-139)
Bunu Yılmaz Erdoğan'dan dinlemeyi çok seviyordum zaten,ama artık daha anlamlı...Eklememek olmazdı...
Öncelikle belirtmeliyim ki bu ortam masamda değil burada da gösterdiğim koca minderimde yaşanmıştır :)
Artık dergileri de bitirme zamanım gelmişti değil mi? Kitaplarımı bitireceğim diye kitaplıklarımı uzun süredir ihmal etmiştim.O nedenle bu akşamı ocak sayısını bitirmeye ayırdım.E yakın zamanda mart ayı da bunların yanında yerini alacağına göre birkintileri azaltmak lazım.
Fonda Radyo Voyage bana eşlik etti.Pek de yakıştı...Eşlik edenler müzikle sınırlı değil elbette:)Her zaman ki gibi Nescafem beni yalnız bırakmadı.Canım çikolata istemesine rağmen evde hiç çikolata olmaması beni pastalar için ayrılan damla çikolataları tırtıklamaya yönlendirdi,fena da olmadı hani kahveyle :) Kitaplardan notlar almaya yeniden başladığımdan bahsetmiştim.Dolayısıyla defterim de bana eşlik edenler arasında yerini aldı...
Sonuç mu? 156 sayılı kitap-lık dergim de bitenler arasına uğurlandı...
Haftasonunu tamamen evde geçirince film izleme moduna hiiç zorlanmadan geçtim. Özellikle şu filmi izlemeliyim demedim.Mısırımı patlattım,harici harddiskimden filmleri açtım ve izlemem gereken filmin bu olduğuna kanaat getirdim.Daha önce filmle alakalı kimseden bir şey duymadım,okumadım,sadece film bu olmalı deyince imdb'den puanına baktım,izlenir dedim ve başladım.Bence iyi de yapmışım.
Filmi izlerken kendimi kitap okuyormuş gibi hissettim.Bilmem başkalarına da bu hissi vermiş midir..Başlangıç sahnesi hariç film neredeyse sadece 2 kişiyle çekilmiş ve bence çok da güzel olmuş.Doğal,bol replikli,içinden bir sürü özel cümle çıkarılabilecek bir filmdi.
Hep home sweet home diyecek değiliz ya bir de odamız için diyelim :) Uzun zamandır odamı temizleyip düzenlemiyordum.Annem sağ olsun yapıyordu.Önce aslında sadece masamı düzeltecektim ama sonrasında kendimi odamı temizleyip,düzenlerken buldum.Fena da olmadı hani.
Memur olarak atanınca elde olan kısıtlı imkanlarla oluşturduk evimi,odamı.Ufak tefek tamamladık elimizden geldiğince.Bakalım beğenilecek mi:) Bol miktarda fotoğraf var :)
Odamda en sevdiğim şey işte bu kitaplık. Kitaplarımın yanı sıra hediyelerime ve bir sürü ıvır zıvıra da ev sahipliği yapıyor kendileri. Aslında kitaplıkta kitaptan başka şeylerin durup kalabalık yapmasını pek sevmem. Kitaplarla arama bir şey girsin istemem :) Ama evde onları koyacak başka yer olmadığı için burada kaldılar şimdilik. İlerleyen zamanlarda başka bir çözüm bulursak bu kalabalık görüntü ortadan kalkar belki :)
Kitaplarımın çoğunu gelirken getirmiştim. Çok azı kaldı diğer evde. İlk fırsatta onlar da buradaki yerini alacaklar.
Gelelim ayrıntılara :)
Kitaplık düzenimi sol tarafa okunanlar,sağ tarafa okunmayı bekleyenler şeklinde oluşturmuştum. Şimdi sırayla gidelim.
1.raf sol tarafta okunmuş kitaplarım arasında bunlar.Üstte görünen siyah burada bahsettiğim okuma ışığı.Orada durduğuna bakmayın ben onu her gece kullanıyorum fakat çabucak çizilen bir şey olduğu için oraya koyuyorum.MiNik biblolar ayrı ayrı zamanlarda alınan aynı şeyler :) Kitapları tek tek söylemeye gerek yok seçiliyorlar bence :)
1.raf sağ tarafta okunmayı bekleyen kitaplarımın öncelikli olanları var.Yeni bir kitap alınınca buraya konuluyor kendileri :) Fotoğraflar nişanlımla benim :)Şunu da söylemek lazım ki buradaki biblo,süs gibi şeyler nişanlımın bana yılbaşı için hazırladığı bir kutunun içinden çıkmış şeyler. Evet evet neredeyse hepsi ;) Solda görülen meyve tabağı aslında sabundan yapılmış bir magnet fakat meyvelerinden biri koptuğu için yapıştırılmayı bekliyor.Arkasında duranda sabun.Çok güzel kokuyor,kullanmaya kıyamadım ben de oraya odamı güzel kokutsun diye koydum ama pek işe yaradığı söylenemez :(
2.raf sol taraf yine okunanlar var.Buradakiler biraz daha önceden okuduklarım.Fakat artık üst rafta yer kalmadığından son okuduklarım da artık burada yerlerini alıyor. Minik uğur böceklerimde bahsettiğim yılbaşı kutusundalardı.Minik renkli tosbağa pek belli etmese de aslında bir kalemtraş :) Orada alakasız duran 2 taşı da nişanlımla beraber gittiğimiz bir yerden atmıştım cebe o sıralar Amelie'yı yeni izlediğimden olsa gerek ;)
2.raf sağ tarafta üstündekiler kadar yeni olmayan,okumayı ertelediğim kitaplar var. Sıra onlara da gelecek inşallah :)Gül kimbilir ne zamandan kalma ama ben çiçeklerimi atmaya kıyamıyorum.Kuruyup kalıyorlar buradaki gibi. Minik yunuslarımda yılbaşı kutumdan :)
3.raf sol taraf yine okunmuş kitaplarımdan oluşuyor. Bunlar da burada yer bulabilmişler kendilerine.Baya zaman geçmiş üzerlerinden.Bardak ve renkli olan anahtarlıklar da yılbaşı kutumdan :) Ne kutuynuş ama dimi :))
3.raf sağ tarafta sevgililer günü hediyem plağım,çeşitli dergiler,Selvi Boylum Al Yazmalım dvd'si ve ayraçlarım mevcut. Görüldüğü üzere ayraçları da en az kitaplar kadar seviyorum :)
4.raf sol tarafta artık kitaplar yok :( Görülen saat ve mini yılbaşı ağacım da yılbaşı kutumdan :)Diğer minikleri ben hazırlamıştım güzel kokan yaprağımsı şeylerden,adı ne bilemedim şimdi :) Stickerlarım ve tepenin güzel kokulu mum gibi olan şeylerinden.Henüz bunları kullanacağım zımbırtıya sahip olmadığımdan böyle kokutmaya çalışıyorlar odamı :)
Burada da ıvır zıvırlarımı iyice gizleyebildiğim şeyler mevcut:) İyi ki varlar yoksaaa görüntü pek güzel olmazdı :)
Ve son rafta bir gün belki çalışırım umuduyla yüklenip getirdiğim KPSS ve İngilizce kitaplarım sözlüklerim vs. mevcut.
Bunlarda kitapğlığımın en tepesinde yerlerini aldılar :) Yaşlı çift de yılbaşı kutumdaydı. Ve o meşhurrr yılbaşı kutumda sağda duran:) Şu an içinde benim için özel olan şeyleri saklıyorum.Sağdakiler bu evde bitirdiğim puzzlelar.Nedense puzzle kutularını atmaya kıyamam.Diğer evde de bir sürü var atmaya kıyamadığım :) Ve sevgililer gününde gelen çiçeğimin kurumuş hali :(
Aslında sadece kitaplığımda bir başlık edermiş ama girdik bir yola dönmeyip devam edelim :)
Odamın duvarlarını süsleyen birbiriyle alakası olmayan mini tablolarım bunlar da. Solda olanları bugün astım.Çok zaman olmuştu alalı,asılmayı bekliyorlardı kısmet bugüneymiş :)
Bunlar da yine duvarlarımı renklendiren diğer şeyler ve yine bunlarda bugün yerlerini aldılar :) Lösev takvimini göstermiştim daha önce blogda taaa o zamandan bu zamana asılmayı bekliyorlardı,nereye asacağıma karar verememiştim.İşte bugün bilgisayar başında otururken rahatça göreceğim bir yere astım hatta birkaç sticker bile yapıştırdım üzerine :)
Bu da başında uzun saatler geçirdiğim bilgisayarım :) Nişan resmimiz her daim önümde duruyor :) Kedi dilini sade yemeyi çok severim onlarda masamda yenmeyi bekliyor.2 tane mini lamba var.Görünen kırmızı ışık da yılbaşı kutumdaydı hemen yanındaki simli gül mumlar gibi :) lipton kutusunu da yazmıştım bloga,onun içine de isteme çiçeği olan orkidenin dökülen çiçeklerini koydum kurudular içinde.Notluk,rocco yenilmeyi bekliyor son demlerinde.Mandalina kolonyamı da yazmıştım o da yanıbaşımda.Krem ve dudak koruyucu da gözümün önündeler gördükçe süreyim de çabucak bitsinler diye :)
Bu da bilgisayar masamın hemen yanıbaşında olan manzarası pek güzel pencerem.Manzara yol değil.Karşımda karla kaplı minik ağaçlar olan bir dağ var:)
Kozmetik ürünlerimin bir kısmının bulunduğu komidinim.Geri kalan ve daha sıkça kullanılanlar banyoda :)Burada bir sürü gereksiz hiç kullanmadığım ürün vara ama atsan atılmaz satsan satılmaz :) Bloglarda görüyorum yakın zamanda belki ben de yapabilirim bir projectpan listesi :)
İsteme çiçeğimden arta kalanları toplayıp bir iple bağlamıştım.Onların nasibine de burası düştü :)
Aslında 2 hafta öncesine kadar gayet güzel bir yatağım vardı fakat üzerinde oturmuş film izliyorduk ki aniden kırılıverdi :( Ne kadar kötü malzeme kullandılarsa 6 ay anca dayandı :( O yüzden geri kalan 6 ayımı bu şekilde geçirmek zorunda kalacağım.Aslında severim yere yakın yatakları ama bu da biraz fazla mı yakın ne :))
Ve son olarak şu sıralar en keyifli zamanlarımı geçirdiğim kısım :) Bu da nişanlımın hediyesi.Hem döşek,hem minder,hem koltuk.Ne şekle sokmak istiyosanız o.Benim için artık keyifle ve rahat bir şekilde kitap okuma yeri burası.
Bu defa gerçekten uzuuuun bir başlık oldu bu.Ben anlatmaktan çok keyif aldım umarım siz de okumaktan keyif alırsınız.
Not: serrose'un burada bahsettiği şeyi de bir mim kabul etmiş olup kitaplığımı ve kitaplık düzenimi de anlatmış olayım :)
Veee bir kitap daha biter. Böylelikle şubat hedefime ulaşmış oldum biraz hileyle de olsa :) Bakalım belki gaza gelir bunu da bitiririm...
Gelelim Selvi Boylu Al Yazmalım'a...Filmine bayılan biri olarak kitap benim için fiyaskoydu.Kötü değildi ama benim beklentilerimi karşılamadı. Bir kere alışkın olduğum isimler yoktu içinde. Asya'nın yerin Aysel,Cemşit'in yerinde Baytemir vardı. Onun dışında film Asya üzerine kuruluyken,kitap İlyas üzerine kuruluydu.Dolayısıyla filmde beni benden alan sahneleri bulamadım kitapta.bir de mesela bence bu hikaye daha uzun olmalıydı.Sadece küçük boy bir kitapta 110 sayfada anlatmak yetmemiş bence.Bilemiyorum tabi kendi dilindeki kitap nasıl,senaryoya uyarlanma sürecinde ne kadar değişikliğe uğradı.Belki orjinali de böyleydi de film olunca değişti.Genelde okuduğum kitapların filmini izleyince hep hayal kırıklığı yaşar,kitap daha güzeldi derdim ama bunda tam tersi oldu.Hem belki iyi ki de öyle oldu :)
Filmde herkesi olduğu gibi "sevgi neydi?" sorusuna verilen cevap beni benden alan kısımlardandı.Ama en çok etkilendiğim replik Asya'nın "Ben kocamı hiç göğsünden öpmedim" repliğidir.Sanırım her izlediğimde yüzümde aynı ifade vardır.
Ve son olarak filmle alakalı çok yakın bir zamanda öğrendiğim bir şeyi de söyleyip bu mevzuyu kapatayım :) Filmdeki Samet'i oynayan aslında bir kız çocuğuymuş.Öğrenince çok şaşırmıştım.
Ve başlayacağım kitap Aşkın Gözyaşları'nın birincisi Tebrizli Şems.Daha önce söylemişmiydim hatırlamıyorum ama ben çok satan kitapları okumayı da almayı da pek sevmiyorum.Genelde herkes okur bitirir ben çok sonra başlarım okumaya.Kitapçılarda çok satanlar ve yeniler kısmına bakmayı da sevmem çünkü fazlasıyla kalabalık olur oralar ve ben rahat rahat bakamam kitaplara.Bu müzikte de aynı şekildedir.Birini dinlerim,bakarım herkesin dilinde soğurum o an ya da dinlemeye devam ederim ama dillendirmem.Böyle garip bir huyum var.Ama tabiki istisnaları da oluyor şu an olduğu gibi :)Hoş bu çok satanlara düşeli baya oldu ama hala çıkamadı.Etrafımda birçok kişinin okuduğunu ve çok beğendiğini gördüm.Kesinlikle okumalısın diyenler de olunca bana da kitabı alıp okumak düştü.Serinin 3 kitabını birden aldım.Ve başlangıcı yaptım bakalım.
Şöyle de bir karar verdim tabi bozulabilir de bu,beni sarma durumuna bağlı,seriyi okuyup ardından elimde okunmayı bekleyen Elif Şafak-Aşk,İskender Pala-Od-Kitabı Aşk'la da devam ederek "aşk" temalı bir okuma dönemine girmeyi planlıyorum.Bakalım uygulanabilecek mi :)
Bu ojeyi alalı ve kullanmaya başlayalı baya zaman oldu aslında.Artık zaman bulduğuma göre yazmalıyım dedim ve buradayım :) Sürdüğüm bir ojeyi sildikten sonra aynısından sürme gibi bir huyum yoktu ama bu ojeyle birlikte başladı sanırım.Rengini çok sevdim.Ama şöyle bir olumsuzluğu oldu:alırken bana tek kat sürmeniz yeterli bu ojede dediler ama ya ben beceremedim ya da bu ojenin öyle bir özelliği yok malesef :( Ama buna karşılık iyi de bir özelliği şu ki 2 kat sürüp rahatlıkla uyuyabilirsiniz,sabah kalktığınızda hala bozulmamış oluyorlar :) Renk tam bir vişne çürüğü görüldüğü üzere.Başlıkta da belirttiğim gibi serinin 165 numaralı ojesi.
Aynı seriden bir de mor olan var.Sıradaki sürülecek ojem o olacak.Fotoğrafını çekerim ama ne zaman yazabilirim bilinmez...
Bir önceki yazıdaki gecikmeden dolayı 2 kitap bitirme yazısını arka arkaya yazıyorum.
Küçük Prens çabucak bitebilecek bir kitaptı. Öyle de oldu.Ama etkisi uzun süre devam edecek kitaplardandı.Büyüklere masallar tadındaydı.Hatta küçüklerle büyüklere masallar da denilebilir.Ama güzel mesajlar vardı.İnsanı mutlu eden satırlar vardı ve aynı zamanda üzenler de...
Kitabı bitirdiğim yer sıkıntılıydı ama malesef.Ki kitabın sonuna yazdığım not bunu özetliyor zaten:
17.02.2012/Cuma
18:00 civarı
Karda yola çıkarsan kaçınılmaz son yolda kalmaktır...
Ankara yollarında...
Karın yoğunluğunu bile bile düştük kardeşimle yollara.Ve Kırıkkaleye 10 km kala durduk ve neredeyse 3 saate yakın bekletildik yolda olan kazalar nedeniyle.Sonra kontrollü bir şekilde Kırıkkale'ye kadar bıraktılar fakat orda da nispeten daha kısa bir bekleyiş bizi bekliyordu.1saat kadar da kırıkkale molasının ardından güç bela 2.5 saatlik yolu 7.5 saatte giderek bitirebildik yolculuğumuzu.
Gelelim Selvi Boylu Al Yazmalım'a...Filmine bayılanlardanım.Kaç kere izledim,daha kaç kere izleyebilirim hiiiç bilinmez.HEr defasında hissettiğim o his geçer mi o da bilinmez.Benim için özel olan filmlerdendir.Ama şimdiye kadar hiç kitabını okumamıştım.Bu yayınevi nasıl olur bilmiyorum ama elimize bu geçti dolayısıyla bunu aldık.Serinin diğer başlığında anlatırım artık.Ama ilk hayal kırıklığım filmdeki Asya Bu kitapta Aysel olarak geçiyor :(
İşte böyleydi bu bitiş de.Darısı tez zamnda diğerlerine :)
Bu biraz gecikmiş bir yazı oldu ki bunu bir sonraki başlıktan rahatlıkla anlayacağız :)
Körlük beğendiğim ve tavsiye edeceğim kitaplar arasında yerini aldı. Finalini kısa tutmuş Saramago belki biraz da beklenmedik bir son olmuş,en azından benim için...Körlük imgesi basit olsa da anlatım gzel. Çevirinin bazı yerlerinde özellikle birkaç deyim güldürdü beni :) Ama dediğim gibi güzeldi. Okumadıysan oku ;)
Küçük Prans hep duyduğum ama okuyamadığım kitaplardandı. Bu kadar ince beklemiyordum alana kadar.Bol resimli,görünüşü çocuk kitabı havasında.İçeriğini de bir sonraki yazıda anlatacağım.
Biraz kurnazlık var burada onu da belirtmeden geçmeyeyim :) Şubat ayı kitabım 3 kitaptı ve ben ona ulaşmak için okumadıklarımdan ince olanları tercih edeceğim şubat sonuna kadar :)
Yukarıda görülenler sevgililer günü hediyelerim. Aslına bakılırsa hem insanların rant kapısı olduğundan hem de sevginin sadece bir güne sığdırılacak kadar basit bir şey olduğunu düşünemediğimden çok da sevmem sevgililer gününü ama insan bekliyor bir şeyler vesselam :) Çiçek hariç diğer hediyelerime haftasonu kavuşmuştum ama çiçek tamamen sürpriz oldu. İş yerine geliverdi birden :) Eve gelene kadar baya bir kara maruz kaldı üşüyüp ıslandı kendileri ama yine de kurutulmak için yerini aldı :)
Diğer hediyelerse beni benden aldı özellikle Kırık Plaklar. Benim hayallerimden biridir bir sürü plağımın olması,kahvemi alıp başında huzurla oturmak.Henüz hala hayal bu.Çünkü henüz bir pikap ya da gramofona sahip değilim. Ama benim düşünceli nişanlım Müzeyyen Senar ve Zeki Müren'in birer plağından oluşan bu hediyeyi almış bana :) Suç ve Ceza benim isteğimdi aslında ama bu kadar erken beklemiyordum. Her ay Hasan Ali Yücel serisinden 1 kitap alma kararımızın bu ayki tercihiydi Suç ve Ceza. Elif Şafak Aşk almaya ve okumaya bir türlü sıra gelmeyen kitaplardandı. Ve kitap-lık şubat sayısı özel 2011 şiir yıllığı kitabıyla birlikteydi.
Velhasıl bu yılki sevgililer günü hediyelerime bayıldım. Bir kez de buradan nişanlıma teşekkürü bir borç bilirim ;))
Çok fazla ojem olduğu söylenemez. Belirli renkleri seviyorum o yüzden çok fazla kullanmadığım renklerden almıyorum. Tüm bloglarda makyaj malzemelerimin yeni düzenlemesi filan tarzı çok şey gördüm. Benim de aklıma bu sepeti görünce ojelerim aklıma geldi ve aldım.
Bu da ojelerimin yerleştirilmiş hali. Çook fazla dağılmadan artık bu sepette uslu uslu duracaklar. Sayıları artınca farklı fikirler geliştiririm artık :) Şu aynı görünenler Pastel ojelerim. Çok iyi değiller ama renkleri tam benlik,pastel tonlarda genellikle. Böylece buradan blog için bir tane daha başlık çıkmış oldu :) Fırsat bulduğum bir ara ojelerimi tanıtırım.
Sırada parfümlerim için bir düzenleme fikri var ama nasıl olacağı konusunda henüz bir fikrim yok. Artık ilerleyen günlerde ona da çözüm bulacağım :)
Kitap okumayı çok seven biriyim. Özellikle yatmadan önce okumaya bayılırım ama o tam uyku bastırmışken kalkıp ışığı söndürmek yok mu tam bir işkence olur benim için. Bazı geceler sırf bunu düşününce okumaktan vazgeçer yatar uyurum. Dönem dönem çeşitli okuma ışıkları kullandım. Onlardan biri de arka taraftaki minik,1 milyoncularda satılan ışıklardandır. Bunlardan kaç tane eskittim bilmiyorum :)
Buysa uzun zamandır indirim sitelerinde karşıma çıkan fakat nasıl olduğu konusunda şüphelerim olan bir üründü. Sonunda artık alma zamanı dedim ve aldım. Birkaç gündür deniyorum geceleri gayet güzel oldu. Ama ürün baya çizikli geldi koruyucu bantı olmasına rağmen. Daha az çizikli olsa daha güzel olacaktı ama yine de gayet fonksiyonel. Bu karanlıktaki hali.
Buradaysa kullanım şeklini görüyorsunuz. Ben internette gördüğümde sayfanın altına koyarak okunduğunu düşünmüştüm ama öyle değilmiş. Direk sayfanın üzerine koyarak kullanıyorsunuz. Artık geceleri üşenmeden keyifle kitap okuyorum :) Tavsiye ederim. Zaten 2-3 güne bir muhakkak bir indirim sitesinde karşınıza çıkar :)
Evet evet hala bitiremedim Körlük'ü :( Aslında gayet iyi gidiyor ama okumaya çok fazla fırsat bulamadım bu aralar. En kısa zamanda bitirmem lazım. Çünkü Şubatta bitenler kısmına en az 3 kitap sokabilmeliyim yoksa yeni kitap alamayacağım :(
LÖSEV ürünlerini sürekli avmlerde görürdüm fakat çok fazla inceleyemezdim. Sonra bir indirim sitesinde ürünlerin satışa çıktığını gördüm. Ve bir baktım ki LÖSEV Ispanak adı altında zaten kendi ürünlerini internetten satıyormuş:) Buradan merak edenler,hala görmemiş olanlar bakabilirler. Çok güzel ve şirin şeyler var. Bu ara bende Şirinler takıntısı başlamıştı ki LÖSEV de onun üstüne geldi ve görüldüğü üzere bol şirinli şeyler aldım :) Sitede beklediğimden fazla ürün vardı. Ben şimdilik bunları seçtim.
Bunlar Şirin mi şirin kupalarım. Kaliteleri de gayet iyi Güral Porselen'den. Sevgililer günü sebebiyle de tam denk düşmüş aşk teması :)
Magnet seven biri olarak alınanlar magnetsiz olmazdı :) Nişanlımla ikimizin baş harflerinden alındı :) Biraz minikler ama olsun.
Bu da yine üzerinde Şirinler olan defterim. İçi klasik çizgili defter. Daha farklı olabilirdi belki ama söz konusu maliyetleri azaltılıp LÖSEV'e yardım ettirmek olduğu için hiç önemli değil.
En beğendiğim bu çıkartmalı 2012 takvimi oldu. Çıkartmaları çok eğlenceli. Neredeyse her şeye uygun bir etiket mevcut. E tabi Şirinlerin de olması ayrı bir güzellik. Hem bu takvim çok çok ucuz sadece 2.5 TL :) Alınıp herkese hediye edilebilir.
Bu tombiş melekse hediye kartı. Hediye kartı ekleme kısmı vardı bende istedim günün birinde birilerinin hediyesine iliştiririm diye :) Ama bu kadar güzel beklemiyordum açıkçası..
Sizler de LÖSEV'in sitesinden bu ve daha pekçok güzel şeyden alabilir,hem bir şeylere sahip olurken aynı zamanda lösemili çocuklara minik yardımlar gönderebilirsiniz.